Dünya genelinde bir insanın yaşamı boyunca böbreğinde taş oluşma riski yüzde 12’yken, Türkiye’de bu oran Ankara, İzmir ile İstanbul’da yüzde 11, Güneydoğu Anadolu’da ise yüzde 30 olarak gözlemleniyor.
Böbrek taşının yaz mevsiminde daha sık görüldüğünü belirten Anadolu Sağlık Merkezi Üroloji Uzmanı Prof. Dr. Cüneyt Adayener, olaynet.net’e ulaşan bilgilendirmesinde şunları söyledi:
“Ailesinde taş öyküsü olanlarda da daha sık görülüyor. İlk taş atağından sonra tekrarlama yüzdeleri birinci yıl yüzde 14, ikinci yıl yüzde 35 ve üçüncü yıl ise yüzde 52 oluyor. Buna göre taş hastalığı olan bir hastada 10 yıl içinde tekrar taş oluşumu ise yüzde 50 ihtimalle görülüyor.
Bazen taş böbrekteyken ya da mesanedeyken hastada herhangi bir şikâyet gözlenmiyor. Ancak taş idrar kanalına düştüğünde, idrar akışına engel olarak idrarın birikmesine ve bu nedenle baskı şeklinde genital ve kasık bölgelerinde ağrıya sebep oluyor. Bu ağrı genellikle böbreğin olduğu tarafta kalça ile kaburgalar arasında hissedilirken; aşağıya ve öne doğru yayılarak karın ile kasık bölgesine vuruyor. Ayrıca idrardan kan gelmesi, bulantı ve kusma gibi şikayetler de görülebiliyor. İdrar kanallarının tıkanıklığı nedeniyle akamayan idrar, böbrekte şişme ve böbrek fonksiyonun durmasına kadar giden tablolara neden olabiliyor.
Ultrasona bakılarak böbrekte bir genişlemenin olup olmadığı değerlendiriliyor ancak en doğru ve güvenilir bilgi üriner sistem tomografisiyle elde ediliyor. Bu sayede taşın yeri, büyüklüğü, anatomisi hatta sertliği ve içeriğiyle ilgili kapsamlı bilgilere ulaşmak mümkün” dedi. Taşın kendiliğinden düşmesinde taşın şekli, boyutu ve kişinin idrar yollarının yapısal özelliklerinin önemli olduğuna değinen Prof. Dr. Cüneyt Adayener, “Genellikle boyutu 4 mm’den küçük olan taşlar fazla belirti vermeden idrar ile birlikte atılabiliyor. Ancak 7 mm’den daha geniş çaplı taşlar için çoğunlukla tıbbi müdahaleye ihtiyaç var.
Seçilecek tedavi yönteminin başarısı kadar daha sonrasında yeni taşların oluşumunun önlenmesi için yapılacaklar da önemli. Taş hastalığında, taşın sertlik derecesi önemli bir nokta; çünkü sertliği düşük olan taşlar daha çok ürik asit taşlar ve bu da fazla protein tüketiminden kaynaklanıyor. O yüzden taşın cinsine göre uygun diyet yapmak, bu sorundan korunmada yarar sağlıyor. Görülen 5-6 tür taşın beslenme kuralları farklı. Ürik asit taşlarında beslenme düzeninde protein kısıtlamasına gidilse de; örneğin sistin taşlarında diyetin bir etkisi yok.
Oksalat ise en çok çay, kahve, kakao, baklagiller ile yeşil yapraklı sebzeler, domates ve çilekte mevcut. Bir diğer tür olan kalsiyum fosfat taşlarında ise eğer kan ölçümlerinde kalsiyum miktarı yüksek çıkıyorsa, diyette kalsiyumu kısıtlamak ve nedenini araştırmak yarar sağlayabiliyor. İdrar yolu enfeksiyonu ile ilgili olan magnezyum amonyum fosfat taşında ise enfeksiyonları kontrol etmek önemli. Beslenmenin yanı sıra ayrıca fiziksel aktivitede bulunmak da taş oluşumunu azaltan bir faktör.
İlaç tedavilerinde ise ağrı kesiciler, taş geçişini kolaylaştıracak bazı kas gevşeticiler ve bulantı önleyici ilaçlar kullanılabiliyor. Böbrekte ya da böbrek ile idrar kesesi arasında kalan, üreter denilen kanalın böbreğe yakın üst kısmındaysa şok dalgaları ile kırılabiliyor. Yine cerrahisiz bir yöntem olarak, örneğin taş üreter dediğimiz idrar borusunda ise uç kısmında kamerası olan ince ve fleksible bir boru ile idrar yolundan girilerek lazerle de kırılması mümkün. Lazer, taşın boyutundan bağımsız olarak her türlü taşa uygulanabiliyor.”