Oktay EROL
“2011 yılında Suriye İç Savaşı'nın başlaması sonucunda Türkiye'ye savaştan kaçan ilk sığınmacılar giriş yapmaya başladı. 252 kişilik ilk kafile ülkeye 29 Nisan 2011'de Hatay, Reyhanlı'da yer alan Cilvegözü sınır kapısından giriş yaptı” bilgisi tarihe düşerken, bu günkü yaşanacaklar öngörülüyordu; ilerleyen yıllarda bunların nasıl gönderileceği, Türkiye’de doğanların durumlarının ne olacağı, gelenlerin uyumu için neler yapılacağı, buna ülke ekonomisinin nasıl karşılık bulacağı…
Doğrudur, ülkelerinde emperyal güçlerin doyumsuzluğundan kaynaklanan bir savaş vardı, savaşın bir ucundan da bizdeki “iktidar” tutmuştu, Suriye’den kaçanlara koşulsuz kapılarını açmıştı!
O günlerde de söylendi; Suriye’nin savunmasız çocukları, kadınları, yaşlıları için bu özveri yerinde olduğunca, çakı gibi delikanlılarının/ silah tutacak güçte olan gençlerinin ülkelerinde savaşmak yerine topraklarını terk etmelerinin/ Türkiye’nin onlara kapı aralamasının “yanlış” olduğu kaç kez yinelenmedi ki?
Ülkemiz, konukseverdi, yabancı ağırlamaktan gocunmazdı, komşusunu desteklerdi; bir sürü saçma sapan, it izi at izine karışmış sözlerle oyaladılar, gitmesi için çaba harcamadılar, ülkelerinde “bayramlaşmaları” için, dönmeleri koşulu ile kapıları açtılar!
***
Sığınmacıların içinde bulunduğu zorlukları küçümsemek gibi bir düşüncede değilim, ancak aradan onbir yıl geçmiş, artık ucundan ucundan “konukluklarının” sona ermesini isteyenlerdenim!
Sığınmacıların, bu ülkeden gitmelerini istememde birçok etken var, bir kaçı şöyle:
Sığınmacıların büyük bir katmanı uyum sağlamaktan öte, uyumsuzluklarını/ bunca yıl geçmesine karşın bu ülkede yaşamanın koşulu sayılabilecek “dil” sorununu çözmediler, geldikleri ilk günden beri sosyal yaşamda kendi dillerini konuşmayı sürdürdüler,
Ülkede “ucuz işgücüne” neden olarak, patronun daha çok kazanmasına, emekçinin haklarının çiğnenmesinin önünü araladılar,
Bizim gençlerimiz kendi ülkelerinde askerlik görevini yaparken, sığınmacı gençler kent merkezlerinde, denize kıyısı olan kentlerde, kalabalık yerlerde magandalık yaptılar,
Bazı kentlerde yerli nüfusu geride bıraktılar…
Bunlar, Ulusal Kurtuluş Savaşı vermiş bir ulus için duyarlılık konularıdır!
***
“İt izi at izine karışmış”, Suriyelisi/ Afgan’ı/ Nijeryalısı sayısının ne olduğu bilinmeden aramıza karışmasına izin verilmiş!
İçişleri Bakan Yardımcısı İsmail Çataklı’nın verdiği bilgiler şöyle:
Türkiye’de şu an toplam 5 milyon 500 bin 690 yabancı bulunuyormuş,
Türkiye genelindeki toplam sığınmacı sayısıysa da 4 milyon 82 bin 693,
Sığınmacıların içindeki geçici koruma altındaki Suriyeli sayısı ise 3 milyon 762 bin 686,
200 bin 950 Suriyeli Türk yurttaşı yapılmış,
497 bin 926 Suriyelinin "güvenliği sağlanan bölgelere" gönüllü geri dönmüş,
323 bin 859 göçmenin sınır dışı edilmiş…
Bilgiler, eğer yapıldığı belirtilen harcamalar gibiyse veriler tartışılır!
Öyle ki, onbir yıldır sığınmacılara bu yurdun yurttaşının vergilerinden kesilerek yapılan harcamalar otuz milyar mı, elli milyar mı, yoksa doksan milyar mı?
Dar gelirliye, emekliye, üreticiye yapılmayan “iyileştirmelerin” sığınmacılar için kullanılmasının “akılcı” açıklaması ne?
Ayrıca, iyiyüzbin sığınmacıya verilen “yurttaşlığın” ölçüsü, koşulu, kuralı nelerdi; “geçici sığınmacı” olarak gelmelerine karşın, “kalıcı sığınmacı” olmalarının özellikleri nasıl saptandı?
Bilen var mı?
***
Sığınmacılar konusunda birbiriyle uyuşmayan açıklamalar yapılırken, “iktidar” kanadından gelen seslerin bazıları tam bir duyarsızlık, tam bir bu yurdun insanlarını bilmezlik, tam bir bu yurdun emekçilerini/ çalışanlarını umursamazlıkla dopdolu…
“Sanayimizi sığınmacılar ayakta tutuyor” diyeni duyduk, “sığınmacılar olmasa sanayimiz çöker” diyenlere tanık olduk, “sığınmacılar bu ülkeye bereket getirdi” diyenleri dinledik, “biz olmasak Avrupa’ya giderlerdi, 15 Temmuz’u önleyemezdik” diyenlere söz verdik!
Savaş verilerek kazanılmış bu topraklarda, bu topraklar için savaşan yurttaşlar bu denli beceriksiz, bu denli yeteneksiz, bu denli bu yurdu hak etmekten uzak mıydı da “bu sözlerle” kaşı karşıya kalıyordu?
Bazı “iktidar” yanlısı olanlar da düğmenin yanlış iliğe geçirildiğinden söz etmeye başladı son zamanlarda! Daha baştan kendini “masal dünyasına” kaptırdığını benimsiyor! Birçok öngörünün gerçekleşmediğini ileri sürüyor! Suriye ile bu denli “küslüğün” gereksizliğini, her geçen sürecin/ geç kalmanın ülkeye zarar verdiğini söylüyor! Sınırların bu denli “geçilebilir” olmasından dolayı rahatsızlığını dile getiriyor!
Bazılarının dediği gibi, bunları dile getirilmesinin “ırkçı” tutumla ilişkilendirilmesi; her şeyden önce bu yurdu, bu yurdun yurttaşlarını, bu yurdun kazanımlarını umursamamazlıktır!
08052022