Oktay EROL
Adına “demokrasi” denilen sistemin asıl var oluş nedeni “insandır/ insanın” doymasıdır!
Demokrasinin gereklerinden, olmazsa/ olmazlarının başında gelen “seçim” gelir ya/ öncelikle insan için; özgür istenciyle/ kimsenin egemenliği altına girmeden/ yaşama katkı sunmak amacıyla aday olduğunu açıklayan bir yurttaş, yine kendi özgür istenciyle/ kimseye açıklama yapma gereği duymadan/ yaşama katkı sunacağına inandığı “birine” oyunu verir!
Seçime girecek hiçbir aday “size daha çok bela getireceğim/ ülkenin komşularıyla var olan barışı bozacağım/ sizi açlık sınırı altında süründüreceğim/ yaşama hakkınızı elimde bulunduracağım/ temel gereksinmelere ulaşımı zorlaştıracağım, ancak silah yapacağım/ duvar öreceğim/ daha büyük ceza evleri yapacağım/ vergileri artıracağım/ ışıklarınızı kapatacağım/ tencerenizi yemek pişmez edeceğim/ geçmeyeceğiniz köprülerden, yollardan bedel alacağım” diyerek, yurttaşın arasında dolaşarak oy isteyemez!
Yurttaşın yaşamını kolaylaştıracak, yaşamını daha kolay koşullarda sürdürmesini sağlayacak, gelecek güvencesi verecek, her şeyden önemlisi “doyma” sözü vermesi gerek!
“Güzel günler” olası iken, neden “batsın bu dünya” demeyi istesin ki?
***
Öncelikle “insanlar/ bu yurdu yurt edinmiş yurttaşlar doyuyor mu” sorusunun yanıtı verilmesi gerek!
Öyle şımarık zengin çocuklarının, ya da kimi magazin yüzlerinin “yaşadıkları” sanılan, aslında içerisinde boğulmak üzere oldukları/ yalnızlaştıkları/ metalaştıkları “doyma” biçiminden söz etmiyorum; bir insanın günlük ne denli proteine gereksinmesi varsa, yılda kaç gün dinlenceye çıkması gerekiyorsa, ayda ne denli et/ süt/ yumurta tüketmesi gerekiyorsa, sinemaya/ tiyatroya/ geziye/ pikniğe ne denli bütçe ayırması gerekiyorsa…
Yiyemediği ürünlerle masayı donatsın, yılın yarısını yan gelip yatsın, giyme sırası gelmeyecek ayakkabısı/ elbisesi/ kazağı/ paltosu olsun, günün rengine göre bindiği aracını değiştirsin, geceyi/ gündüzü unutsun deniyorum; bir insanın gereksinmesi ölçüsünde yaşasın!
Politikacılar “hep” bunun sözünü vermezler mi aslında; evi/ arabası/ yazlığı olmayana “iki, üç anahtar” diye söz vermezler mi, “kaygılarınızı ortadan kaldıracağız, yaşanılır bir ülke olacağız” demezler mi?
Siz hiç “evinizin, aracınızın anahtarını elinizden alacağız” diyeni duydunuz mu?
***
İkibinyirmiiki yılı “hiç de” iyi başlamadı! Kimi daha yeni yıl uykusuna başlamadan, kimisi de yeni yılın ilk sabahında “zamlarla” uyandı, anımsayın!
Günlerce konuşulan, orta yol aranan, sonunda “iktidar” ağzından “tarihin en büyük zammı” diye açıklanan “asgari ücretin”, daha ilkinin alınmasına birbuçuk ay varken “nasıl” geri alındığına tanık olmuştuk!
Çalışanlar önümüzdeki hafta üçüncüsünü alacak, ancak “iktidarın” beceriksizliği ya da bilerek yaptırdığı zamlar nedeniyle “tarihin en büyük zammı” olarak dillendirilen “asgari ücret”, bugün gelinen noktada, devletin kurumu TÜİK’in verilerine göre “açlık sınırı” altında kaldı!
Ülkede “asgari ücret” ya da altı kaç çalışan varsa, her “asgari ücretliyi” iki çocuklu sayarak dörtle çarpıldığında, işte o denli “açlıktan” söz edilebilir durumdayız!
Siz hiç “sizi asgari ücretin altında, açlık sınırında yaşamaya zorlayacağım, karşı koyan olursa da kolundan tutup sürükleyerek götürteceğim” diyen/ diyebilen bir “iktidar” gördünüz mü/ duydunuz mu?
TÜİK verileri “açlık” diyor, unutmayalım!
***
Tüm yurt genelinde olduğu gibi, Adana’da da “ekmek” yurttaşın “en ucuz” doyum ürünü…
Ekmek belediye ekmek büfelerinde 1,25 lira, fırında/ markette/ bakkalda üç lira…
Bir ayda, “ekmek yemiyorum” diyen aile ikiyüz ekmek tüketir; ekmek büfelerinden alan ikiyüzelli, fırın/ market/ bakkaldan alan altıyüz lira ödeme yapmak zorunda!
Arada üçyüzelli lira fark var; bir dar gelirli “onunla” ne yapmaz ki, hangi gereksinmesini almaz, çocuğunun hangi istediğini yerine getirerek sevinmez, ay sonunu daha kolay getireceği için sevinmez ki?
Anlayan var mı, dinleyen var mı, uzayan kuyrukları çözmek için kafa yoran var mı ki?
***
Ülkelerin ileride mi, geride mi, yerinde mi sayıyor sorularının yanıt; yaşamın içerisinde…
Yolları köprüleri “gereksiz” olarak değerlendirmedim hiç! Ancak, “doymadan/ doyurmadan” bu işlere kalkışmak “acı/ sancı/ kaygı” verir, dedim!
Öyle de olmuyor mu?
Yollar/ köprüler/ saraylar/ çok katlı kamu yapılarını yaşama geçirmişsin, yeterince “müşteri” gelmezse “devlet güvencesi” verecek demişsin!
Peki, “devlet” kim; insanları çalışmazsa, doymazsa, verimli olmazsa, sağlıklı beslenemezse “devlet” kim, ne?
Görülmez yüzler “gökten” inerek mi dolduracak devletin kasasını?
İnsanlar açlıkla baş etmeye, işsizlikle sınanmaya, kuyrukta iki ekmek fazla almak için saatlerce beklemesinin karşılığı; geçmediği/ gitmediği/ bilmediği beton yapılara ödeme yapmak mı?
“Doymadan”, bunların yaşamın içinde yeri yok!
01042022