İYİP’li Lütfü Türkkan, bir protestocunun boynuna kolunu dolayarak, gösterdiği tepkisini dindirmek için karşılıklı söz dalaşıma girmelerinin ardından, ağzından çıkan/ çıkmasıyla gündemde dillendirilen “küfrün” ele alınacak/ sevilecek/ onaylanacak/ sessiz kalınacak yanı yok!
Kolu boyna dolayarak, sürüklercesine korumaların arasından geçilerek, belli ki “tatsız” bir olguya gitme olasılığı yüksek…
Olayın öncesinin olduğunu, dava sürecini yaşadığını da sonra öğreniyoruz!
Biri “vekil”, diğeri “yurttaş”…
Adına “cumhuriyet” dediğimiz bir devlet biçimi, adına “demokrasi” dediğimiz bir yönetim biçimi benimsenmişse eğer, onun temel öğesi olan “yurttaş” kavramının önemsenmesi zorunludur.
“Yurttaş”, özgür istenciyle seçme/ seçilme özgürlüğünü üzerinde bulundurur. Bir siyasi parti kurabilir, istediği bir siyasi partiye kaydını yaptırabilir, bunlardan aday olabilir, istediği partiyi/ adayı desteklemek için kimseden izin almaz!
Devletin biçimi “cumhuriyet”, yönetim biçimi “demokrasi” ise eğer; kimse/ kimseye düşüncesinden dolayı zorbalık yapamaz/ suçlayamaz/ ağza alınmayacak küfür sayılacak sözler kullanamaz!
***
İYİP’li Türkkan’ın “vekil” olmasının, ya da protestocunun bir yakınını terörde yitirmesinden çok, medyada gösterilen videonun anlattığı/ bıraktığı o denli “derin izler” var ki…
Bir kin, bir nefret, bir “bir arada olamayız/ yaşayamayız” yüzü gözden kaçmıyor!
Çocukluğumuzun “nasıl olsa bizim sokaktan geçeceksin, orada sen göstereceksin” der gibi korku yağdıran biçimler almıştı yüzler…
Bir kol, bir başı sıkıca sarmış/ boğmak istercesine sürüklüyor, diğeri kol arasında/ içinde biriktirilen öfkeyi dışa vurmak için her tür olanağı/ eylemi/ sözü/ davranışı gözlerinden yalım saçarak söze dönüştürüyor!
Orada o kalabalık olmasa, bir başlarına kalsalar, tüm kinlerini birbirlerine boşaltacak denli “nefret” dolu bakışlar…
Daha dün, Ulu Önder’in anılması sırasında söylenenleri duydunuz…
Bu yurdun yurttaşı, bu yurdun “vekili” birbirine “kin/ nefret” duygularıyla saldırırken, dün çıkıp konuşanlar, Ata’nın bıraktığı “Cumhuriyet’in” savunucusu/ sürdürücüsü olduğunu yineleyen politikacılar, öyle fazla uzağa gitmeden “dünlerine” bakma gereği duydular mı acaba; sanmıyorum!
Nasıl gelindi/ neden getirildi bu duruma yurttaş?
***
Küfrün “her boyutu” çirkin olsa da; ya “beni dinlemiyor”, ya da “yanımda durmuyor” diye kullanılan “küfrün” yanında olacak durum yok! Adına her şey söylemek olası…
“Küfür” dendiğinde hep Çukurova/ Adana bölgesi göz önüne gelir…
Birçokları için yaşamın bir parçası gibidir! Öyle ki; kimsenin canını sıkmaz, kimse kendi üzerine alınarak darılmaz, kimse toplumda makas aralığı saymaz!
Adana’da en lüks semtlerde de, en kıyı mahallelerde “o küfrü” edeni duyar!
Öyle ki…
“Neredesin” diye sorulsa, olduğu yeri söyler, ardından “o küfrü” ekler!
“Ne yedin” diye sorulsa, yediğini söyler, ardından “o küfrü” ekler!
“Sıkıntın var mı” diye sorulsa, durumunu anlatır, ardından “o küfrü” ekler!
“Dersler nasıl” desen, açıklaması yapar, ardından “o küfrü” ekler!
Tüm bunları yaparken, “o küfrü” söylerken yüzü asılmaz/ bakışları gerilmez, bir de bunların üzerine kahkahayı basar!
Geçtiğimiz günlerde, bir arkadaşla yaptığım iki dakkalık telefon konuşmasının yarısı “o küfür” olunca, “tümcelerin sonuna o küfrü eklemesen olmaz mı” diye sordum. O da “olur” deyip, yine “o küfrü” sonuna ekledi! Birlikte gülüştük!
***
Dışarıda yaşamını sürdüren bir arkadaştan “küfür” konusunda konuşmasını istemiştim. Önce durdu, sonra da güldü.
“Buranın küfürleri bizdekine benzemez. Bizdeki küfürle, burada kimse sinirlenmez, birbirinin üstüne yürümez! Gülüp geçerler, oralı bile olmazlar” dediğinde şaşırmıştım!
Herkesin “küfrü” Adanalının küfrüne de benzemez!
Kavga nedenidir, namus davasıdır, onur sorunudur…
Bunu en iyi anlaması gereken de bu yurdun yurttaşının “vekili” olmalıdır!
Hiç kimse, “temsil yetkisi/ dokunulmazlık gücü” olsa bile; “küfretme” ayrıcalığı/ boynuna kolları dolamayı/ bir yana sürüklercesine götürmeye çalışmayı/ gözlerden “kin/ nefret” saçmayı kendine özgürleştirmez!
Bu “özgürleştirme” konusu salt “küfür” için de değildir; “vekil” yurttaşına yalan söyleyemez, yurttaşının ayağını kaydıramaz, yurttaşına kin besleyemez, yurttaşını açlığa sürükleyemez, yurttaşını işsiz bırakamaz, yurttaştan toplanan vergileri kendi şatafatına göre harcayamaz, yurttaşına düşüncesinden dolayı “hayın” diyemez, yurttaş açılıktan kıvranırken savurganca davranamaz, yabancı postallara yurt topraklarını açamaz, bu yurt için yaşamını yitirenlere “kelle” diyemez, bu yurdu kurtarmak için savaşanlara “iki ayyaş” sözcüklerini kullanamaz, yurttaşları “bana inanan/ inanmayan” diye ayıramaz, karmaşadan çıkar umamaz…
Dünkü yazının son tümcesini yeniden yazmak istiyorum:
Şu an bana sorsalar “İzindeyiz/ unutmadık” diyenlerin; Atatürk’ün Söylev’ni (Nutuk) yeniden (okudularsa) okumalarını, “verdikleri sözün” neresinde yer aldıklarını bilmelerini isterdim.
101121
YEREL HABER
27 dakika önceEKONOMİ
1 gün önceYAZARLAR
1 gün önceYAZARLAR
1 gün önceYAZARLAR
1 gün önceYAZARLAR
2 gün önceYAZARLAR
2 gün önce