Afgan ‘halk’ı
Daha önceki yazılarımızda ‘Afgan Milleti’ demenin doğru olmadığını belirtmiştik.
Denilebilirse eğer, ‘Afgan Halkı’ denilmelidir demiştik.
Şu koşulla ki, Afganistan denilen ‘coğrafya’da yaşayan insanlar ‘aile’, ‘klan’ ve ‘kabile’ler arası ilişkileri ‘aşmış’ olalar.
Yani belirli bir coğrafyada yaşayan insanların ortak bir ‘dil’e sahip olmaları, herhangi bir ‘din’e inanmış olmaları ve uzunca bir süre aynı yörelerde yaşıyor olmalarının, onların bir ‘halk’ oluşturmaları için gerekli ve yeterli olduğunu varsayalım.
Bu insanların genel olarak ortak bir ‘yönetici güç’e boyun eğmiş olmaları da gerekmektedir.
Ki ilk çağ’lardan buyana kimi ‘İmparatorluk’ların sözkonusu bölgede kurulmuş olduklarını biliyoruz.
Ne var ki, bu ‘imparatorluk’lar ve ardından gelen ‘feodal’ -ya da benzeri despotik yönetimler-, ‘aşiretler arası rekabet ve düşmanlıkları’ ortadan kaldırmadıkları gibi, daha çok bu rekabet ve düşmanlıklar üzerine kurulmaktadırlar.
Yani bu ‘Devletimsi yönetimler, sözkonsu halkların ‘homojen’liği sağlamak yönünde herhangi bir çaba göstermemekte, ancak belli bir ölçüde bir ‘bağımsızlık’ düşüncesine dayanmaktadırlar.
Burada, ‘Bağımsızlık benim karakterimdir’ sözünün önemine dikkat çekmek gerekebilir.
Çünkü bir ‘halk’ kitlesinin ‘millet’ (Ulus) olma sürecinde, o ülke kurucularının, başta ‘aydın’ları olmak üzere ‘önder’lerinin ‘karakter’iyle başlanabilir.
Bu şu demektir: Bir ‘halk’ın ‘millet/ulus’ olmasında, ‘dil’ ‘din’, ‘tarih’ ve ‘coğrafya’ kadar, azımsanmayacak önemli bir ‘etmen’ (facteur) de o insan kitlesinin ‘aydınlanma’sı bir başka deyişle ‘bilinç düzeyi’dir.
O nedenledir ki, kimi araştırmacılar ‘millet/ulus’ olma sürecini bir ‘inşa süreci’ olarak tanımlarlar.
İnşaatın ‘mimar’ları ise, o ülkenin ‘aydın’larıdırlar.
Kurucu önderleridirler.
Örneğin ‘Türk Milleti’ni kuran önder, ‘Türkiye Cumhuriyetinin kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir’ demişti.
Kimi aklıevvellerin burada bir ‘totoloji’, yani kendi kendini ‘yineleme’ olduğunu ileri sürmüş olmalarını, kendilerinin çözümleme yönteminden ne kadar uzak olduklarının bir göstergesi olmaktan başka bir anlam ifade etmediğini söyleyelim.
Şimdi bu formülü, ‘Afgan halkı’ somutunda deneyecek olursak; ‘Afgan Halkı’ denilen insan kitlesinin ‘dil’i, ‘din’i, ‘tarih’ ve ‘coğrafya’sındaki benzerliği ile birlikte, ‘türdeşliği’, yani ‘birlik ve beraberliği’ ve ‘bağımsızlığı’nın temel taşının ne olduğunu görüyoruz: Taliban düşüncesi.
O Taliban ki dünya uyuşturucu üretiminde önde gelen bir ‘örgüt’tür.
‘Mafyatik’.
‘İnsan hak ve özgürlükleri’nin tam karşısında.
‘Hukuk’ tanımaz.
‘Bilim ve teknoloji’ düşmanı.
‘Cani’.
Ve daha bir dizi ‘insanlık dışı’ nitelikleri sayılabilir.
Bütün bu özelliklerin ‘Millet Bilinci’ oluşturmakla herhangi bir ilintisinin olmadığı kolaylıkla ileri sürülebilir.
Demek ki, ‘Millet’ olabilmek için sayılan tüm ‘özellikler’in yani; ‘dil’, ‘din’, ‘tarih’, ‘coğrafya’ ve ‘Devlet’ ve ‘bağımsızlık’ koşullarının tümünün sağlanmış olmasına karşın; ‘Millet Bilinci’nin oluşup oluşmadığı en belirleyici etmendir.
Millet olabilmenin çimentosunu ‘din’e bağlayan ‘ümmet bilinci’ yandaşlarının ise, bilimsellik ve çağdaşlıktan uzak olduklarını söylemek bile fazla...
Daha kötüsü ise, bu ‘cehalet’ ya da ‘sahte bilinç’in, Türkiye’de yaygınlaştırılmak istendiğine ve son yıllarda önemli aşamalar kaydettiğine tanıklık edilmesidir.
‘Dinime küfreden bari müslüman olsa’ diye bir sözümüz de var, değil mi ama?
Tam da bu karşılaştırma için anımsatılabilir.
Sizin yönetminiz de ‘‘Taliban’ın Türkiye varyantı’dır denilecek olsa nasıl itiraz edilebileceğini doğrusu ben bilemiyorum.
‘Millet’ olmaktan ne kadar çok uzaklaştırıldığımızın ayırdanda olanlar parmak kaldırsınlar diyecek olsam?...