Haydi bismillah, girelim söze,
Doğruları diyeceğiz, kulak kesilin bize..
Doğruyu söyleyen dokuz köyden kovulsa bile
Zalimi sevip zulme alkış tutamaz kişi
Zerrece vicdan ve izan sahibi ise…
*
Analarla dolu bir ülke varmış…
“Yurtta barış, dünyada barış” ilkesiyle ün salmış.
Bir varmış, bir yokmuş’la başlamazmış
O zamanlar oradaki masallar,
Ne pire berbermiş, ne deve tellal…
Bebelerin beşiğini tıngır mıngır anaları sallarmış.
Hallerinden ara sıra şikâyetçi olsalar bile halk,
Mutlu mesut ve kardeşçe, bir arada yaşarlarmış.
*
Siyasetin hilesi mi, cilvesi mi bilinmez,
Kozalakla top oynayan ayaklar,
Aniden bir çıkışla geçmiş başa baş olmuş.
Demokrasinin gereği denmiş, makamına kurulmuş.
Giymiş cüppeyi, takmış takkeyi
Mülk saymış kadıya mahkemeyi,
Kendi ormanı saymış yaşadığı ülkeyi.
Unutmuş körükçü Süleyman olduğunu;
Kendini Sultan Süleyman sanmış.
Cim çıkmazmış karnını yarsalar amma
Diplomasız Herbokolog nasıl olur kanıtlamış bunu halka.
Adap bilmez, edep bilmez, susmak bilmezmiş.
Salon demez, kürsü demez, balkon demezmiş.
Şirazeden çıkınca bulamazsa kimseyi; muhatabı kendisiymiş.
Dilde öfke, duruşta garez, bakışta kin,
Bir tek tatlı dili olmazmış ve lakin!
Hasım artmış kin tutup konuştukça.
Analar ağlar olmuş, yürekleri dağlar olmuş.
Var’lar yok olmuş, yok’lar çok olmuş
Sorarsan kendisine,, ülkenin miladı oymuş.
Reklam arası bitmiş, geçmiş dönem silinmiş.
Sıfırlanmış kurtuluş, ülke kendini bulmuş;
Nesi var, nesi yoksa ülke kendinin olmuş.
*
İhtirasa dar gelmiş değiştirdiği gömlek;
Doyurmuş avaneyi, başkanlığa soyunmuş!
Ne ihtirasları bitmiş, ne de öfkesi dinmiş!
Ne köşklere sığmış ne saraylara doymuş!
Sarayın ihtişamı sultanlarda bile yokmuş.
“Ah hukuk bir işlese” diyenler çokmuş amma;
Şikayeti duyacak erdemli kulak yokmuş.
*
Zaman içindeymiş zaman,
Kalbur içindeymiş saman,
Sarayda kurulurmuş harman… orada yazılırmış ferman!
Dar edermiş dünyayı dilediği adama,
Tahammülü sıfırmış sorup, sorgulayana.
Bu sanatçı, bu yazar bu da bilgin demeden,
Yafta hazır: ya hain ya müsvedde…
Ne hatırlar bilinir ne gönül sayılırmış.
Biraz karşı durmuşsa,
Sümüklü mendil sanki dışlanıp atılırmış.
İlke belli: istenen anayasa, iki maddelik yasa…
Madde 1: ormana bir baş gerek,
Madde 2: O baş ben olmam gerek!
*
Çağırırmış yaveri;
“Ahmet Efendş gel beri! İyi dinle beni!
O gazteci var ya o gazteci; bildir haddini!
O hakim var ya o hakim, kır kalemini!
Güçler ayrılığı ne ki, ayak bağı!
Değiştirin anayasayı!
Uymuyorum! Saygı da duymuyorum!
İşte meydan okuyorum!
Derde derman, tek elden çıkmalı ferman!
Başyaver bile, ayağını denk almalı!
Kendisini silecek fermanı bile,
Yaver bizzat meydanlarda savunmalı!
Ormanda yaşarsa her kim, her kim ki girip çıkarsa,
Her kim ne söyler, ne yazarsa, Saray haberdar olmalı
Her konu ve her konum da
Sarayla, mutlak uyum sağlanmalı!
Yaver, nazır, vezir, hatta başvezir; tekletirse görevi,
Bakılmadan gözyaşına, trenden atılmalı!”
*
Deve tellal, horoz berber, tilki imam. Kadro tamam!
Elde ferman, cepte iman…
Çok kaz var yolunacak… Yola devam olunacak!
*
Olanlar oldu sonunda; uyarmıştım kendimi
Ne yazık ki, kendine aynen benzetti beni.
Arıyorum doktorumu… Doktorum nerde!
*
Raporumu alacağım!
Diklenip soracağım… Senin ki nerde?
Tıksınlar içeriye ister seni, ister beni!
Ben saraysız da olurum, erdemimle baş başa,
Sen, hem sensiz, hem saraysız kalacaksın…
Ateş yakar, su boğar, o gün anlayacaksın!
*
Söylenip durdum tanrıya sitemle… Az biraz da kahırla!
“Bildirmeyeydin bana, bildiklerimi!
Mademki kulun saydın… Bildirdin;
Güç ver de, yapayım, düşümde gördüklerimi!”
Mart 2016
YAZARLAR
3 saat önceEKONOMİ
1 gün önceYAZARLAR
1 gün önceYAZARLAR
1 gün önceYAZARLAR
1 gün önceYAZARLAR
2 gün önceYAZARLAR
2 gün önce