Kadınlar, kadınlar
Ülke ARAPLAŞ'ıyor. Ülkeye Araplar doluşuyor. Bizim toplumsal yapımız da Araplar'ın etkişiyle bir başka biçimde oluşuyor. Kadınların bir bölümü bu etkileşime karşı çıkarken, bir başka bölümü de "ölümüne" bu Araplaşma girişimlerini şiddetle savunuyor.
Oysa Arap İslam algısında; kadının değeri, ederi... Ne kadar da acıklı, acınası değil mi?... Ama bilen var, bilmeyen var...ya da...bilse de bildiklerine gözlerini yuman var.
Örneğin; İmam-ı Gazali'nin düşünceleri, Arap İslam algısındaki kadını değerlendirişi öylesine ilginç ki...
Bu arada kim mi İmam-ı Gazali?
Kısaca kimliğine açıklık getirecek olursak...
"İmam-ı Gazali İslâm âlimlerinin büyüklerinden ve en meşhur alimlerinden birisidir. Asıl ismi, Muhammed bin Muhammed bin Muhammed bin Ahmed Tûsî, Gazâlî’dir. Batı dillerinde adı Algazel olarak geçmektedir. Gazâlî nisbesiyle meşhûr olmuştur.
Künyesi, Ebû Hâmid, lakabı Huccet-ül-İslâm ve Zeynüddîn Tûsî’dir. Hicri 450 (Miladi 1058) senesinde bugün bir kısmı İran toprakları içinde yer alan Horasan’ın Tûs şehrinin Gazâl kasabasında doğmuştur. Hicri 505 (miladi 1111) senesinde Tûs’da vefât etmiş, Taberan denilen beldede defnedilmiştir."
İşte kısaca; İmam-ı Gazali'nin kimliği böyle... Ve onun bizi, özellikle de biz kadınları ilgilendiren düşüncelerine gelince...
Gazali'nin; Devlet Reislerine Nasihat (Nasihatül-Mülük) adlı eserinde bakın neler yer alıyor kadınlar üzerine?
"Cehennem ehli kadınlar şu sıfatları taşırlar:
1) Bir kısmı giyinmeye, kuşanmaya meyilli kadınlar ki bunlar insanların MAYMUN sıfatlı olanlarıdır.
2)Dünyalık bir nimet bulamayınca, kırmaya meyilli kadınlar olup, bunlar KÖPEK sıfatlıdır.
3)Kocasına veya başkalarına kibirlenenlerdir. Bunlar YILAN sıfatı taşıyanlardır.
4)Gece-gündüz koğuculuk (dedikodu) edenlerdir. Bunlar da AKREP sıfatı taşıyanlardır.
5)Evinde olan eşyayı başkasına satmaya meyilli kadınlardır ki FARE tabiatlı olanlardır.
6)Kocasına yalandan hasta olduğunu göstererek hile yapanlardır. Bunlar TİLKİ tabiatlıdırlar.
7)Akraba olmayan yabancı kimselerin tebrik ve taziyelerine gitmekle evinde durmayan ve böylece, kocasını üzen kadınlar KARGA sıfatlı kimselerdir.
Bunların hepsi cehennemlik olanlardır.
Kadınların bir kısmı ise KOYUN tabiatlıdır ki her zaman ibadetle meşgul olurlar. Beş vakit namazı ve diğer farzları eda etmekle beraber kendilerini haram olan şeylerden korurlar. Kocalarına itaat ederler. Bu sıfatlı olan kadınların dünya ve ahiret saadetine nail olacakları hakkında ayet-i kerime vardır."
İşte böyle İslamiyet'in oluşturmak istediği kadın tipi "erkeğe mahkum kılınmış olan" İmam-ı Gazali'nin anlatımındaki KOYUN gibi kadındır. Bu bağlamda diyebiliriz ki İslamiyet o günkü ortamda, insanın temel hak ve özgürlüklerini ele almış ve başarıya erişmiştir. Ama kadınların konumunda ne gibi iyileştirmeler yaptığı günümüzde bile tartışmaya açık konulardır.
Özellikle İslam Felsefesi'ne göre düzenlenmiş Osmanlı Hukuk Sistemi'ne baktığımızda; kadının hukuksal konumunun da ikincil olduğu gözlemlenebilecektir. Örneğin Kur'an-ı Kerim'de, Nisa Suresi'nin 3.ayetinde; "beğendiğiniz hoşunuza giden başka kadınlardan iki, üç veya dört kadın alın, fakat bunların arasında adaletsizlik yapmaktan korkarsanız o halde bir eşle yetinin. Doğru yoldan sapmamanız için en uygun yol budur." denmektedir. Ne yazık ki bu ayet erkeklerce; sınırsız ve keyfi bir özgürlükle çok kadınla evlenme olanağı olarak yorumlanmaktadır.
Erkekler yeni bir eş daha seçtiklerinde, kadınlar onları önlemek hakkına sahip değildir. Yapacağı tek iş; evi terk etmek, kaderin kendisine çizdiği sonu beklemek, kocasının göndereceği boşanma belge veya haberini "tevekkülle" gözlemek durumundadır. Ki Suudi Arabistan'da henüz daha yeni bir uygulama olarak; boşanılan kadınlara, telefon ya da internet yoluyla mesaj gönderilmesine başlanmış. Şu 21. yüzyılda, bakar mısınız yaşanan gelişmeye?
Kuşkusuz İslamiyet'in Cahiliye dönemindeki bozuk düzeni değiştirdiği ileri sürülse de... Peygamber Muhammed'in sağlığında ve sonraları birçok tarikat ve mezheplerle, İslamiyet'e yeni yorumlar getirilmiş, bu yorumlar kadının daha da gerilemesine neden olmuş ve bir yozlaşma dönemi başlamış, bu yozlaşma ne yazık ki günümüze kadar süregelmiştir.
Uygulamada İslamiyet'in; kadını koruyormuş gibi gözükürken, sosyo-ekonomik ve sosyo-politik bakımdan kadını daha da beter erkek egemenliğine soktuğu anlaşılmaktadır bu mezhepsel ve tarikatsal yorumların etkisiyle...
29 Ekim 1923'de kurulan Yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kuruluş ilkeleri ve devrimleri, özellikle de Ulu Önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK'ün Türk Kadını'na verdiği değerle; kadın yurttaş sayılmış, kimlik ve kişilik kazanmıştır yasalar karşısında da, toplumsal yaşamın her alanında da...
Bugün ATATÜRK İlke ve Devrimleri'nin Türk Kadını'na sağladığı haklardan, kazanımlardan uzaklaşılması için gösterilen çabalar, kadının kimliğine, kişiliğine yönelik saldırılar ne yazık ki çığ gibi büyümektedir. Türk Kadını; Cumhuriyet öncesinde olduğu gibi ikincil bir konuma, daha da ötesi "yok" hükmünde bir varlığa dönüştürülmek istenmektedir.
Güncel ekonomik ve küresel salgın gibi olağanüstü sorunlarla boğuşurken ve de kadına yönelik şiddet nedeniyle bunalırken; kadın neleri yitirdiğinin, ne denli gerilettirildiğinin ayırdına varamamaktadır. Özellikle de Araplaştırma virüsü sınırsızca yayılırken; ne denli kimlik ve kişilik yitirme sayrılığına ve saldırısına uğradığını anlayamamaktadır.
Dolayısıyla; naylon poşet çevreciliği ya da hayvan hakları üzerine söz söylendiği kadar, ülkede yaşanan ekonomik, siyasal, hukuksal sorunlar üzerine yapılan eleştiriler kadar... Kadınlar için de söz söylenmelidir. Çünkü bedensel olarak kadınlar var olsalar da, varlıklarını, benliklerini, kimliklerini, kişiliklerini yitiriyorlar gün be gün ülke ARAPLAŞTIRILDIKÇA...