31 Mart 2021 akşamı kayınvalidem Fatma Çalgın’ ı (Aliye Kadını) kaybettik…
Eceliyle…
Hiç acı çekmeden, hastalanmadan, düşmeden, yaralanmadan, kimseye muhtaç olmadan…
Aklı bilinci yerinde ve hayat dolu olarak…
Hani bazı dostlarımızın “Allah herkese böyle ölüm nasip etsin” dediği türden bir ölüm…
Size bir şey diyeyim mi?
Herkesi, herşeyi yazacağımı düşünürdüm ama onu da bir gün yazacağım hiç aklıma gelmemişti…
Onun için ne yazacağımı bilmiyorum…
Söz biter mi? Bitiyormuş meğer donup kalıyor bildiğiniz tüm kelimeler…
Susuyor dil…
Üstelik 96 yıllık bir çınarı nasıl anlatacaksınız ki…
***
Bu arada, tam kırk yıllık kayınvalidem en az annem kadar yakındı bana, o yüzden “insanın annesi ölünce”diye başlık attım…
***
İnsanın sevdikleri ne kadar uzun yaşarsa yaşasın yine de kısadır. Çünkü paylaşılacak yarım kalmış onlarca şey kalmıştır.
Yarım kalan sohbetler, gidilmeyen yerler, kavuşamayan kollar, yatılmayan dizler vardır.
Daha yenilecek yemekler, tutulacak eller, silinecek yaşlar vardır…
Sevdiğiniz insanlar ne kadar uzun yaşarsa yaşasınlar onları kaybettiğinizde içinizde mutlaka bir kimsesizlik çöküyor.
Çünkü ölüm dipsiz bir karanlıktır, hasret dolu hüzündür, dinmeyen acıdır…
Hani “Rabbim sıralı ölüm versin” denir ya evlatların anne babalarından önce toprağa verilmesi fenadır ama her evlat için anne ve babasını kaybetmek yaşı kaç olursa olsun yetimliktir…
Öksüz kalmaktır…
***
Kızkardeşim Melahat 36 yıl önce arayıp “annemi kaybettik” dediğinde emin olun elim ayağım buz tutmuştu, ayağımın altından yer kaymıştı adeta…
Kulaklarıma inanamamıştım. Dilim tutulmuştu sanki ona ne söylediğimi bile hatırlamıyorum, aklımda kalan “kurtuldu” diye içimden geçirdiğim kelime oldu…
Çünkü annem çok geç kalınması nedeniyle tedavisi imkansız hale gelen “kolon kanseri” olmuştu ve gözümüzün önünde çok acı çekiyordu…
Bugün olsa aynı kelimeyi kullanır mıyım bilmiyorum ama “kurtuldu” dememin sebebi bu.
O gün sustum, İskenderun sustu, dünya sustu…
Öyle de olmalıydı çünkü insanın annesi ölünce herkes her şey dünya susmalıydı…
Sonra sadece ağladım, ağladım…
***
Sabah konuşmuştuk kayınvalideyle, akşam hanımın yeğeni Sündüz aradığında aldık haberi, inanamadık nasıl olur dediğimi hatırlıyorum.
Hemen yola çıkmak için hazırlık yaptık, torunları en kral Fenerbahçeli Mehmet, annesi ve Sabri ile birlikte yola çıktık…
Yol boyunca neler geçmedi ki aklımızdan, neler düşünmedik ki…
Çok sayıda dostum aradı yolda, emin olun ne konuştuğumu ne dediğimi hatırlamıyorum bile…
Dudaklarım titriyordu konuşurken…
Evet, bize göre yaşlıydı Aliye Kadın, doksan altı yaşında, ama yine de erkendi, dedim ya hep erkendir ölümler…
Birden fazla anneye sahip olanlardanım ben; Aliye Kadın hem annemdi hem de kayınvalidem…
Eli hep üzerimizdeydi.
Çünkü biz onun için hep “çocuktuk” ve biliriz ki anneler çocuklarının elini hiç bırakmazlar…
***
İki kez hacca gitti geldi, bir kez de umreye gitti, ama “eşini” kaybettiği için tamamlayamadan geri dönmek zorunda kalmıştı…
Hacda yaşadıklarını o kadar güzel ve gururla anlatırdı ki adeta yeniden yaşardı…
Hacca gidip geldikten sonra “el vermedi” öptürmedi elini…
Uzun süre “dokunmadan” bakışlarıyla anlattı sevgisini de kızgınlığını da.
Onu tanıyanlar gayet iyi bilir; sevgisi sadece kalbinde değil ellerinde incecik parmaklarında, nur yüzündeydi…
Herkesi sever miydi; hayır!
Çünkü onun kendine göre kıstasları vardı, uymayan evladı dahi olsa arasına bir mesafe koyardı, ama saçlarının teline zarar gelmesini istemezdi…
Sevdiği, önemsediklerine mesela bana, kızı Sıdıka’ya eşim Münevver’ e kim ne derse desin toz kondurmazdı…
***
Antakya’ya vardığımızda onu gözlerini yumduktan sonra o gece morga kaldırmışlar, oğulları, eşim Münevver analarıyla vedalaşabilsinler diye bir gün bekletmişler.
Son veda, son kucaklaşma için…
Cenaze işlemleri için morga gittiğimizde bir çekmecenin içindeydi. Buz gibi morgda…
Bir çekmecenin içinde…
Ne kadar metin ya da güçlü olursanız olun o an insan iyi olamıyor…
Elini öptük son kez ağlayarak…
Korktuk mu, hayır çünkü insan annesinden hiç korkar mı?
Ve cenaze namazından sonra bilmem kaç metre derinliğinde kaç metre genişliğinde açılan bir “çukura” bıraktık annemizi…
Üzerini toprakla örttük, baş ve ayakucuna birer taş diktik, suladık toprağını ve eve geldik…
***
Nisan ayı, hava soğuk değildi, ama pandemi nedeniyle hepimizde buz gibi bir tedirginlik vardı…
Herkesin yüzünde bir hüzün ve şaşkınlık…
İlginçtir kırk yıldır tanıdıklarınız bile yüzünüze boş boş bakıyorlar sanki…
Kolay değil elbette…
Acıdan kavruluyor insan, içtiği bir bardak su bile boğazına duruyor; herkesin acısı kendine ağır…
Ve Cuma günü yola çıktık…
Dün sabaha karşı eve geldik ve içeriye girer girmez kayınvalideye bir daha sarılamayacağımız ve sesini duyamayacağımız gerçeği vurdu yüzümüze…
Çok üzüldük…
Bu yazıyı yazarken bile kokusu burnumda sesi kulaklarımda; şimdiden özlemeye başladım…
Işıklar içinde uyu canım annem!
***
Bu vesileyle bir kez daha “Gülüm ve ÇALGIN ailelerine” başsağlığı ve sabırlar diliyorum.
***
Ve bu süreçte gerek sosyal medyadan, gerekse telefonla arayarak ve mesaj çekerek acımıza ortak olan, taziyelerini bildiren, onurlandıran tüm dostlara yürekten teşekkürler ediyorum…
Allah’a emanet olun…
YAZARLAR
3 saat önceEKONOMİ
1 gün önceYAZARLAR
1 gün önceYAZARLAR
1 gün önceYAZARLAR
1 gün önceYAZARLAR
2 gün önceYAZARLAR
2 gün önce