Köşe tutmuşlara “düz yollar” kalır!
“Bu yurdun insanı burada yaşamayı, burayı savunmayı, buraya uzanan gözlere pelesenk yağı serpmeyi sevdiğince; burada doymayı, burada gülmeyi, burada özlemeyi, burada acılanmayı, burada ekip-biçmeyi, burada paylaşmayı istiyor” ya…
Ahmet Arif’in dizelerinde yer bulmuş yıllar öncesinden…
Diyor ki:
“İtten aç- yılandan çıplak- vurgun ve bela- gelip durmuşsam kapında- var mı ki doymazlığım…”
Doymazlığı, doyumsuzluğu dile getirdiği yerde “asıl” vurguyu yapmış, şöyle:
“Dört yanım puşt zulası- dost yüzlü- dost gülücüklü- cıgaramdan yanar…”
Eğer doyumsuzluklarınız, eğer mutsuzluklarınız, eğer ulaşılmazlıklarınız varsa; “dost gülücüklü- dost yüzlü” bakışlar önemsenmeli!
Başta “aramayışınızdan- sormayışınızdan” dertlenenlerin, işin içinde ne çok “aranmaktan- sorulmaktan” yorgun düştüklerini izlerken mırıldanmıyorsunuz?
“Dört yanım puşt zulası- dost yüzlü- dost gülücüklü” diye; üstelik yüksek sesle!
***
Birkaç ay öncesini anımsamayan var mı?
Zorlamalısınız; “balık aklı” denilmesine inat, “paranoyak” çıkışlarına inat…
Seçim öncesi bir yandan adayın, bir yandan da kıyısını-köşesini tutan yandaşlarının “aman ha” dayanma güçlerine ne çok tanık olduk?
Onlar küfretse, küfretme,
Onlar yolunu kesse, çalıyı dolan,
Onlar sinir bozuculuk yapsa, yapma,
Onlar yalan söylese, söyleme,
Soru sorandan kaçma,
Yanına gelenden uzaklaşma,
Güleryüzlü olmaktan vaz geçme…
Hep böyle sürse…
Olmadı ki; daha seçimin sabahı, oy pusulalarından çıkan sonuçların ardından; o gülücük gönderip sorulanlara yanıt verenlerin yerini, o oyu veren seçmenden kaçan, kendini o seçmenin üzerinde gören, “aranmaları-sorulmaları” işkence gibi gördüğünü anlatanlarla dolup-taştı!
“İtten aç- yılandan çıplak” olanlar bilinmiyor, bu toplumda yıllardır böyle yaşamlarını sürüdükleri görülmüyor, sanki bir gecede ortaya çıkmışlar gibi.
Konuşmak onlarında hakkı, şöyle ki:
“Dört yanım puşt zulası- dost yüzlü- dost gülücüklü…”
***
Yoksulluk susturur!
Karşınızdaki bir kaba gücün karşısında, ona yetecek denli gücünüz yoksa omuzlarınızı indirirsiniz! Borç aldığınız biri, aylar sonra karşılaştığınızda “ne oldu” demesine gerek kalmadan bir adım gerilersiniz! Elinden tuttuğunuz çocuğunuzla, oyuncakçı önünden geçerken, gücünüz yoksa çocuğun gözüne takılan oyuncağı alamadığınız için adımlarınızı irileştirirsiniz, eşinizin istediğini yerine getiremediğinizde kırılırsınız-büzülürsünüz!
Bunların tamamı suskudur!
Suçluluk mu mudur; hayır!
Verilen uzun soluklu çabalar sonucu, yaşamı sürdürebilecek denli kazanç elde edilemiyorsa eğer, elde edilen kazanç insanca yaşamı sağlayamıyorsa, yıl boyunca dinlence bilinmeden çalışılmasına karşın çocukların gereksinimlerine karşılık verilemiyorsa, bir haftalık dinlencenin kaybı yıl boyunca kendini gösteriyorsa, pazarda birçok ürünün kıyısından geçiliyorsa, üstelik “sistem” bunu verdiğini sanıyorsa…
“İtten aç- yılandan çıplak” gibiyse eğer yoksulluk…
Elbette suçlu “yoksulluk” değil!
***
“İktidar” ergileriyle güçlenen bir günlük gazetenin baş sayfasındaki manşet haber “Tüm dünya İstanbul’da” biçiminde yer almıştı. Alt başlıkta da “İstanbul dünyanın en çok turist çeken kentleri arasında yer aldı” diyordu!
Son beş ayda yabancı turist sayısı yüzde onbir artmıştı!
“Dört yanım puşt zulası- dost yüzlü- dost gülücüklü…” gibi…
Gazetenin “asıl” yapmaya çalıştığı, yabancı turistin “merak” edip de ülkemize gelmesinden daha çok, “bakın yabancılar ülkemize gelmeyi, ülkemize güvenmeyi sürdürüyor” demek için olduğunu sağır sultan da biliyor da, beni asıl düşündüren “bu ülkenin asgari ücretli yurttaşının” neden sevineceği…
“Tüm dünyanın İstanbul’a gelmesinin” yurttaşta bir sevinç oluşturabilmesi için, önce kazanımın “yurttaşa” da yansıması olması gerekir!
Var mı böyle bir şey?
Dinlence kıyılarını “merak” eden biraz sorgulasın; kimler var orada, yerli turistin yoğunluğu ile yabancı turistin karşılaştırması yapıldığında, ayrıca bu işten kazanç sağlayanların “kazanımlarını” nerelerde tükettiklerini de…
“Dört yanım puşt zulası- dost yüzlü- dost gülücüklü…”
***
Siyasi liderler “genelde” mutsuzdurlar, dostsuzlar, yalnızdırlar…
Lider olmanın özelliği de bu olmalı; düşündüklerini gerçekleştirebilmek için başkalarının bilmediği bir “seçenek” sahibi olmak!
Böyle birinin ne fazla güvendiği, ne dostu, ne sırdaşı da olmaz; olmamalı da, yoksa lider olunmaz!
Liderler için alanları dolduran kalabalıklar, kalabalığın sevgi gösterisi önemlidir!
Yurttaş için de “tam” tersi; alanları dolduran sevgi çığlıları atanlardan çok, güvenebileceği, yeri geldiğinde gevezelik yapabileceği, bir gece yarısı kapısını çaldığında eşiğinden döndürülmeyeceğine inanmak…
Bu ülkenin yurttaşının yaşam sevincine katkısı olmayacak, ancak o köşe tutmuşların “bayram” saydığı günlerin “emekçi” için de bayram sayılması gerektiğine inandırılması…
Turistik bölgeler dolup-taşarken; elektriğe zam, akaryakıta zam, otel odalarına zam, ulaşımda zam, beslenmeye zam, ete zam, yumurtaya zam, süte zam, üreticinin girdilerine zam, “iktidarın” danışmanlarına zam, zam, zam…
Ahmet Arif “İtten aç- yılandan çıplak- vurgun ve bela- gelip durmuşsam kapında- var mı ki doymazlığım…” demiş, sonra da eklemişti: “Dört yanım puşt zulası- dost yüzlü- dost gülücüklü- cıgaramdan yanar…”
Hep emekçiye “yokuşlar”,
Köşe tutmuşlara “düz yollar” kalır!
170719