Birkaç gündür ‘örgütsel çalışmalar’ üzerine yazılmış yazılar okuyorum.
Günümüzde, bu gün bile ‘örgütsel çalışmalar’ denince akla ilk gelen altmışsekiz kuşağı olur.
Almışsekiz kuşağının çalışmaları irdelendiğinde ‘yerinde’ yaptırımlar görülür.
Yarına bırakılacak değil,
‘Vaat’ sayılacak olan beklentiler değil…
Birebir ‘uygulama’ görülür…
Gediz’de deprem olmuşsa, oraya koşulur, pazu bantlı gençler gereksinenin yüzüne, yaşına, giyimine bakmaksızın ellerinden geleni yapmak için çaba harcar.
Ülkemize altıncı filo gelmişse, taştan-sopadan başka silah kullanmamak koşuluyla karşı koyulur.
Bir yerlerde ‘haksızlık’ yapılmışsa, pankartlar açılır, baş kaldırılır…
Gereksinildiğinde ‘orada’ olmaktır, ‘orada’ tepki göstermektir, ‘orada’ el uzatmaktır.
Bugünkü ‘örgütsel çalışma’ denilene benzemez açıkçası…
***
Günümüzde siyasi partiler, seçim öncesinde üç-beş köye, birkaç meslek örgütüne, birkaç mahalleye yapılan ziyareti ‘örgütsel çalışma’ olarak adlandırıyorlar.
Geçenlerde bir partinin ilçe örgütünde ‘örgütsel seçim çalışmalarımız başladı’ dedi.
Seçimin ‘örgütsel’ çalışmasının altını çizerek, ‘nasıl oluyor’ dedim.
Yanıtlayan ilçe örgütü yetkilisi ‘akşam toplantılarımız, kahvehane buluşmalarımız, ev gezmelerimiz oluyor artık’ dedi.
‘Neden’ diye sorduğumda da, ‘seçim için’ dedi.
Almışsekiz kuşağından ayıran yan bu!
***
Seçim günü açıklanmış, adaylarını yeni belirlemiş, ‘örgütsel seçim çalışmaları’ başlamış!
Bu yapılanın doğru olduğunu söyleyenlerle ‘aynı düşüncede’ olduğum beklenmesin!
Bir önceki seçimden bu yana mahalleli ile, köylü ile, işçi ile, esnaf ile ‘ele avuca gelir’ ilişkiler içerisinde olunmasın, ancak seçim yaklaşırken ‘oralara’ koşulsun, adı da ‘örgütsel seçim çalışmaları’ olsun…
Bu tür yapılan ‘çalışmalar’ bir gün sonra, ya da daha o salondan ayrılırken unutulacaktır, belki de ‘çalışmaya’ neden olan yer ‘sizi biz hiç buralarda daha önce görmedik’ diyeceklerdir, belki de yine ‘o yerde’ tepki bile gösterilecektir…
***
Bugün için ne yapılır?
‘Kartallar kırkında yeniden doğarlar’ başlığıyla yayınlanan, ‘yeniden doğuş’ felsefesinin irdelendiği bir yazım vardı.
Hep bir umudun, hep ‘bir şeyler yapmak gerek’ uğraşısının olduğuna inanırım.
‘Çalışmanın’ bugün için yapıldığı söylenmeden, sık aralıklarla ‘gelişlerin’ olacağı güvenci verilerek, varılan katmanın ‘yaşam dili’ savsaklanmadan, sorunları ötelenmek yerine ‘masaya yatırılması’ gerektiği anlatılarak bu bir ‘başlangıç’ sayılarak ‘örgütsel çalışma’ yapılabilir.
İşinde, uğraşında, politikadan ‘ırak’ seçmen için, ‘hiçbir aday’ zorunluluk değildir!
‘Kalıcılık, süreklilikle’ sağlanır, der bir düşünür.
Sürekli boşalan ‘bir damlanın’, oluşturduğu ‘kalıcı’ iz unutulmamalı…
EKTİĞİNİ BİÇMEK…
‘Algılar’ üzerinde oynandığında, ‘hep’ Özal dönemini anımsarım; seksen sonrasını…
Televizyon ekranlarına çıkar, elindeki kalemi döndürerek izleyicinin yüzde doksanının anlayamayacağı bir dille atlanacak çağdan, büyümeden, katma değer vergisinden, faizlerden ‘ekonomistlerin’ anlayacağı dilde konuşur da konuşurdu. O zaman bir TRT1, bir de TRT2 vardı sanıyorum. Yurttaşın izlediği kanal TRT1. Başka da yapacak yok! Akşam evde oturuyorsun; televizyon izlemekten başka ne yapacaksın? ‘İcraatin İçinden’ izlencesine esir olurdu herkes! Muhalefet KDV’nin alış-verişlere ‘o’ kadar artışa neden olacağını, anayasanın bir kişinin ‘emrinde’ olamayacağını, özelleştirmenin bu denli bozgunla yapılmamasını söylerken; Özal ‘makro, mikro, objektif, sübjektif, kamu maliyesi, ayemef’ sözcükleriyle dolu konuşmasını yapardı. İzlence bittiğinde de ekran başındakiler birbirine bakarlardı. Yurttaşın ‘tek eğlencesi’ televizyonun üzerine konulan tutu yurttaşta kimi zaman ‘algı’ oluşturmaya da yarardı!
Dün doların ‘tepeden’ döndürülmesi sırasında iktidar sözcülerinin söyledikleri de, Özal’ın yaptığından başka olmamakla birlikte; şimdi, o dönemin yurttaşının olanaklarını ters-yüz edecek gelişmeler olduğu unutulmamalı. Birincisi, bugün yurttaş televizyonu kumandadan kapatmayı biliyor. İkincisi, yurttaş ulusal paranın dünle bugün arasındaki değer yitimini görüyor. Üçüncüsü, onaltı yıldır ülkeyi yönetmelerine karşın, iktidarın bugün bile suçluyu dışarıda aramasına anlam veremiyor. Dördüncüsü, OHAL’i, yatırımcıların kaçışını, istikrarsızlığı, akan damının verdiği zararı yaşıyor. Beşincisi, ‘cari’ açığı da, dışalım-dışsatım dengesizliğini de…
Ataların yerinde bir sözünü anımsamak gerek: ektiğini biçersin…
240518
YAZARLAR
6 saat önceEKONOMİ
1 gün önceYAZARLAR
1 gün önceYAZARLAR
1 gün önceYAZARLAR
1 gün önceYAZARLAR
2 gün önceYAZARLAR
2 gün önce